On Saniye (Kısa Hikaye - Tek Bölümlük)
On Saniye
Lise ikinin ilk günüydü. Benim yanımda bir arkadaşım vardı, sen ise yalnızdın. Sınıfa girdiğinde bakışlarımız birbirine değdi. On saniyede olup bitti her şey. Sen başını diğer yana çevirdin, ben gözlerimi kaçırdım. Ve yalnızca on saniye sürdü, senden hiç hoşlanmadığımı anlamam.
Böyle düştün aklıma işte. Boş bakışların, aldırmaz tavrınla… Kimse bana senin kadar az ilgi göstermemişti. Herkes tarafından sevilmeye alışkındım oysa. Hem senden önce kimseyi on saniyeden fazla düşünmemiştim ben.
Önceleri görmezden gelmeye çalıştım seni. Gençlik işte, en iyi yolun bu olduğunu düşündüm. Ancak sağımda, solumda, her yerde sen vardın. Her konuşmanın önünde, sonunda, içinde adın geçiyordu. Ne zaman etrafa göz atsam bakışlarına yakalanıyordum. Senden kurtulmak imkansız gibiydi.
Bütün bir seneyi kaçarak ve ağlara daha beter dolanarak geçirdim.
Yaz geldiğinde rahatlamıştım. Nihayet her gün seni görmek zorunda değildim. Nihayet çıkacaktın aklımdan. Üç ay sonra okula döndüğümüzde bütün kızlar senden bahsediyordu. ‘Gördünüz mü onu, gördünüz mü?’ diyorlardı. Ne kadar yakışıklıydın, ne kadar değişmiştin. Bana göreyse hala ukalanın biriydin.
Sonra bir gün okul bahçesinde baş başa kaldık. Ben, sana senin hakkında konuşulanları söyledim. Sen bana “Sen ne düşünüyorsun?” dedin.
Bunu asla bilmeyeceksin; ama ben o gece yatağımda, sabaha kadar sana ukala ve kaba olduğunu söylediğim için pişmanlıkla kıvrandım. Asıl söylemek istediğim şeylerin onlar olmadığını düşündüm. Böylece sana karşı daha kibar olmaya karar verdim. Öyle ya, asıl kabalığı yapan bendim o sözleri söyleyerek.
Bir gün beni sevimli bulduğunu söyledin. Sana söylediklerim yüzünden duyduğum pişmanlık iki katına çıktı. Sık sık yanıma gelmeye başladın. Hep beni konuşturur, sen hiçbir şey anlatmazdın. Öylece yere bakardın ben anlatırken. Beni dinlemediğini düşünüp kızardım hem sana, hem kendime. Dinlemeyeceksen neden bana anlattırıyordun? Dinlemeyeceğini bile bile ben neden sana anlatıyordum?
Son senemize geldik hiç anlamadan. Bir gün sınıfta yine baş başa kaldık seninle. Bir şeylerin değişmeye başladığını o gün fark ettim. Ders matematikti, benim dinlememe gerek yoktu. Teneffüste hoca gitti, sen de yanıma oturdun. Kolun koluma her değdiğinde tuhaf hissettim. Neden midemde bir şeyler hareketleniyordu her temasımızda? Neden ihtiyacım olmayan dersleri dinlemek için etütlere kalıyordum seninle birlikte?
Bazen kısacık bir an için temas ediyorduk birbirimize. Bakışlarımız buluşuyordu, o an aynı şeyi düşünüyormuşuz gibi geliyordu. Bazen bana gülümsüyordun, aklıma kazınıyordu. Muzip bir bakışınla yerinden oynatıyordun bendeki her şeyi. Alt üst edip öylece bırakıp gidiyordun.
Bir gün sınıftaki kızlardan biriyle bir süredir konuştuğunuzu öğrendim. Pelin'in bunu ballandıra ballandıra anlattığını duyduğumda nasıl fena olduğumu anlatamam. Güneş bulutların arkasına saklandı sanki. Sıramı çekmeme yardım ettin ve bana gülümsedin. Benim yüzüm bembeyazdı, sana karşılık vermedim. Veremedim.
Eğilip yüzüme, gözlerimin ta içine baktın. "Neyin var bugün, hasta mısın?" dedin bana.
Geri çekildim, bir şeyler geveledim ve böylece geçiştirdim seni. O gün sen uzaklaşırken ardından baktım. Yalnızca on saniye sürdü, sana aşık olduğumu anlamam. Ve o on saniye bitmek bilmedi.
Uzunca bir süre konuşmadık. Pelin’le aranda hiçbir şey olmadığını öğrendiğimde bile… Ben hep kaçtım, sen dur demedin. Ben gittim, sen peşimden gelmedin. Uzaklaştık gitgide.
Okulun son günlerine doğru balo biletleri satılmaya başladı. Arkadaşlar hep birlikte gideriz, şunu giyeriz diye plan yaparken ben gelmeyeceğimi söyledim. Başın benden tarafa döndü, merakla baktın ama bir şey demedin. Son güne kadar sustun.
Son gün gel dedin, ısrar ettin bana. Direnebildiğim kadar direndim. Fakat gözlerimin içine baktığında başka şansım kalmadı. O an nasıl 'tamam' dedim sana, inan ben de bilmiyorum. Ama demiştim bir kere, o yüzden gittim baloya. Bir rüya gibiydi o akşam. Yıldızlar ve gözlerin… Müzik ve sesin… Dolunay ve ellerin…
Akşamın sonunda sarıldık birbirimize sıkı sıkı. İlk ve son kez. Dudakların saçlarıma değdi bir ara. Bir şey fısıldadın sanki. Belki de ben öyle sandım. Diyorum ya, rüya gibiydi o akşam. Gerçek olamayacak kadar güzel ve hayal olamayacak kadar mahdut.
O akşam ilk kez sarıldık ama son görüşüm oldu seni. Halbuki veda bile etmemiştik nasılsa görüşürüz diye. ‘Nasılsa görüşürüz’lerin şöyle ilginç, buruk bir yanı var:
Birini son kez gördüğünü o an bilemiyorsun. Bilsen söylersin belki içinde birikenleri, dile getirirsin her seferinde birbirine dolanan itirafları. Sorarsın aklını kurcalayan belki’leri. Ya da sadece susarsın da, doya doya bakarsın sevdiğin yüze.
Ben hiçbirini yapamadım. Öylece çıktım oradan, yürüdüm. Son defa olduğunu bilmeden. Aklım fikrim hala seninle doluyken bir adım attım kaldırımdan yola. Üstüme doğru gelen bir araba, kör edici bir ışık ve acı. Sonrası ise karanlık ve hissizlik. Yerde yatarken gözümün önünden mutlu anlar, pişmanlıklar geçti. En son da sen.
Seni bir daha asla göremeyeceğimi düşündüğümde kalbim sızladı. Anladım ki tek ve en büyük pişmanlığım sensin.
Tam o anda o korkunç rüyadan uyanıp doğruldum yatağımda. Elimi kalbime koydum. Öyle gerçekçiydi ki oradaki sızıyı hala hissedebiliyordum. Gözümü acıtan ışık bile hatırımdaydı. Yalnızca on saniye sürdü, ne yapmam gerektiğini anlamam.
Telefonu elime alıp rehbere girdim. Yedi yıldan uzun süredir dokunmadığım isme tıkladım. Senin ismine. Telefon uzun uzun çaldı. En sonunda uykulu bir sesle cevap verdiğinde derin bir nefes alıp sordum:
“İlk karşılaşmamızı hatırlıyor musun?”
SON
19. 10.2018
Yorumlar
Yorum Gönder