Kırmızı Peçete (Kısa Hikaye - Tek Bölümlük)

Illustrations by YASMINE GATEAU 

Kırmızı Peçete


Kayıt cihazını masanın üzerine yerleştirip tuşa bastı adam. Ortağına dönüp hazırız manasına gelen bir hareket yaptı.. Hafiften seyrelmiş saçları ve yüzündeki kırışıklıklar ile yaşını ele veren ortağı boğazını temizledi.

-Neler olduğunu bize en başından anlatabilir misiniz?

Genç adam huzursuz bir şekilde ayağını sallayarak derin bir nefes aldı ve başladı:

-Her zamanki gibi bir akşamdı. Saat yediye gelirken barı açtım. Birkaç müşteri geldi. Pasaklı ve ezik tipler. Müşteri kitlemiz genel olarak öyle tipler zaten. Bizimki neşeli türden bir bar değil. Daha çok karanlık ve kasvetli olanlardan, anlarsınız ya. Ya da şöyle söyleyeyim, görseniz ne demek istediğimi anlarsınız.

Onun duraksaması ve sırıtması üzerine yaşlı olan bir kez daha boğazını temizledi.

-Anladım, devam ediyorum. Sonradan olanları hesaba katmazsak, epey sakin bir geceydi aslına bakarsanız. Normalde bu kadar sakin olmaz. Bu yüzden çok şaşırdığımı hatırlıyorum. Hatta kendi kendime ‘Vay be, böyle sakin bir akşam yaşamayalı uzun zaman oldu!’ bile demiştim.

-Bu kadar detaya gerek yok. Sadece ne olduğunu, neye şahit olduğunuzu anlatın.

-Tamam tamam, ben de oraya geliyordum. Dediğim gibi, sakin bir akşamdı. Ta ki o gelene kadar. O tuhaf kadın. Açılıştan birkaç saat sonra, gece yarısını biraz geçerken girdi içeri. Üzerinde yağmurluk vardı. Bunu çok net hatırlıyorum çünkü dikkat çekici bir yağmurluktu, şu gri metalik olanlardan hani.

Ortaklar arasında sessiz bir bakışma geçti ardından yaşlı olan elini devam et anlamında salladı.

-Kadın bana doğru ilerledi ve taburelerden birine oturdu. Ona bir şey isteyip istemediğini sordum, sadece su dedi. Ben suyunu getirdiğimde saçlarını yüzünden çekmiş, yağmurluğunu çıkarmış ve kendine biraz çekidüzen vermişti. Biraz dağınık ama hoş biriydi. Esmer, minyon bir tipti. Etrafa garip bir enerji yayıyordu.

-Garip bir enerji derken? Bunu tanımlayabilir misiniz?

-Davranışlarındaki bir şey ‘ben buraya ait değilim’ diye bağırıyordu sanki ama bir yandan da tanıdık geliyordu -ki bu imkansız çünkü gördüğüm yüzleri kolay kolay unutmam ve bu kadını daha önce hiç görmediğimden eminim. Suyunu verirken buraya yolun nasıl düştü dedim. O da biriyle buluşacağını söyledi. Buna biraz şaşırmıştım. Dediğim gibi,  bizim bar oldukça salaş bir yerdir. Böyle düzgün görünümlü bir kadının biriyle buluşacağı türden bir yer değildir en azından. Yine de fazla üstünde durmadım, bu mesleği uzun süre yapınca öyle tuhaf şeylerle karşılaşıyorsunuz ki tuhaf olan yeni normaliniz oluyor. Yaklaşık yarım saat falan konuşmadık. Bu sürede tabureden hiç kalkmadı, tuvalete bile gitmedi. Gözleri ya kol saatinde ya da kapıdaydı, içeri girenleri bir an süzüyor sonra aradığını bulamamış gibi önüne dönüyordu. Hareketleri, büyük bir beklenti içindeymiş gibi sabırsızdı. Ayaklarını huzursuzca sallayıp duruyordu. Bunu ben de çok yaparım. Özellikle gerginken, bazen de birini beklerken.

Yaşlı ortak sorgulayan bakışlarını adamın üzerine dikti.

-Gerçekten birini beklediğini mi düşünüyorsunuz?

-Öyle olduğunu söyledim ya.

-Beklediği kişi geldi mi peki? Sizce beklediği kişi bir erkek miydi?

-Hayır, uzun saatler boyu bekledi ama kimse gelmedi. Erkek olup olmadığından emin değilim aslında. Kadının heyecanlı hareketlerinden ve bunu bir buluşma olarak tanımlamasından ötürü erkek olduğunu varsaymıştım. Hatta adamın onu ektiğini düşündüğümü hatırlıyorum. Duygularını incitmemek için belki biraz erken gelmiş olabileceğini söyledim. Ama o dalgınca şöyle mırıldandı: ‘Hayır hayır, tam zamanında geldim.’ Ben de ‘O zaman belki o geç kalmıştır.’ dedim. Bir şey demedi. Bu haline daha fazla dayanamayarak ‘Ya da belki hiç gelmez. Belki de eve dönsen daha iyi olur.’ dedim. Başını iki yana sallayıp beklediği kişinin mutlaka geleceğini söyledi. Bunu anlayamamıştım ve ona pek inanmamıştım doğrusunu isterseniz. Fakat gözlerinde öyle sarsılmaz bir inanç vardı ki daha fazla üsteleyemedim. Aradan birkaç dakika geçtiğinde kendi kendine mırıldadığını duydum, daha çok sayıklama gibiydi. Sürekli nasıl olur, nasıl olur diyordu. Ona ne olduğunu sorduğumda bana baktı ve ‘Tam şu anda, burada olması gerekiyordu. Yıl, ay, gün ve saat doğru. Yer doğru. Neyi yanlış yapmış olabilirim?’ dedi.

Kayıt yapan ortak araya girdi.

-Yıl, ay, gün ve saat mi? Böyle dediğinden emin misiniz?

-Garip değil mi? İlk duyduğumda bana da öyle geldi. Hala öyle geliyor ya neyse.

Yaşlı ortak tekrar boğazını temizleyerek konuya dönmeleri gerektiğini söyledi.

-Tamam, nerede kalmıştık? Kadın iyice tuhaflaşmıştı, neyi yanlış yapmış olabilirim deyip duruyordu. Sonra aniden duraksadı ve sanki beni önceden çıkaramamış da yeni tanımış gibi baktı. ‘Sensin. Sen olmalısın.’ dedi. O andan itibaren ondan biraz korktuğumu itiraf etmem gerek. O yüzden nihayet ayağa kalkıp hazırlanmaya başladığında rahatladım. Ama gitmeden hemen önce cebinden katlanmış bir peçete çıkarıp verdi. O çıktıktan sonra peçeteyi inceledim. Bizim barda kullandığımız kırmızı peçetelerden biriydi ki bu çok ilginçti çünkü ona peçete falan verdiğimi hatırlamıyordum. Peçete oldukça yıpranmış gibi görünüyordu ki bu daha da ilginçti çünkü bu hale gelebilmesi için aylar hatta belki de yıllar boyunca onda olması gerekirdi.

-Peçeteyi verdikten sonra size bir şey söylemedi mi?

-Pek hatırlamıyorum. Bir dakika. Galiba şöyle bir şey demişti: ‘Bendim. Şimdi anlıyorum, ben vermiş olmalıyım. Bunun başka açıklaması olamaz.’ Evet evet, aynen böyle dedi.

-Sizce bununla neyi kastetmiş olabilir?

-En ufak fikrim yok.

Yaşlı olan sordu:

-Peçetenin içinde bir şey var mıydı? Herhangi bir şey?

-Bakın, burası baya komik işte. İçinde şarkı sözü yazıyordu.

Ortaklar şaşkınlıkla bakıştılar.

-Şarkı sözü mü?

-Evet, şarkı sözü. Oasis şarkılarından biri, sevdiğim bir şarkıdır aslına bakarsanız. Alıntı yapılan bölüm şuydu: Gökyüzündeki şampanya rengi bir süpernovada, uyandır şafağı ve sor ona neden bir hayalcinin asla ölmeyeceğini düşlediğini. Sil o gözyaşını gözünden şimdi. Çok garip, değil mi?

Yaşlı olan elinin altındaki dosyayı biraz karıştırdıktan sonra dikkatle genç adama baktı.

-Ön ifadeniz alınırken peçetenin artık sizde olmadığını söylemişsiniz.

-Doğru, bende değil. Sabaha karşı barı kapatıp dışarı çıktığımda duvara yaslanmış ağlayan bir kadınla karşılaştım. Esmer ve minyondu. Önce bardaki o tuhaf kadın olduğunu düşündüm ama o olmadığını hemen anladım. Kıyafetleri değişikti, yağmurluk giymiyordu. Yüzü de tamamen farklıydı. Yine de tuhaf bir şekilde benziyorlardı. Tabii bu kadın çok daha güzeldi. Şiş gözlerine ve kızarık burnuna rağmen. Peçeteye ihtiyacı olacağını düşünerek ceplerimi karıştırdım. Şansa bakın ki cebimde sadece o peçete vardı.

-Peçeteyi ona mı verdiniz?

-Evet. Sonra şarkı sözünü fark edince epey etkilendi. Ben de ondan epey etkilendiğim için notu benim yazıp yazmadığımı sorduğunda yalan söyledim. Beni yargılamayın, banka soymak gibi bir şey değil sonuçta. O tuhaf kadınla olan hikayeyi anlatmaktansa böylesi daha mantıklı geldi. Her neyse, konuşurken bakışlarım bir ara caddenin karşısına takıldığında onu gördüm, bardaki tuhaf kadını. Ya da ben söyle sandım. Çünkü çok hızlı bir şekilde kayboldu.

-Hepsi bu mu? 

-Bir şey daha var. Peçetedeki yazı benim el yazıma çok benziyordu. Hatta tıpkısının aynısıydı.

-Nasıl yani?

-Benim g ve s’lerim oldukça karakteristiktir. Bu şekilde yazmayı bana babam öğretti. O güne kadar başka kimsenin böyle yazdığını görmemiştim. Bir de garip bir şey hissettim. Peçeteye bakarken bir an sanki o not bana aitmiş gibi geldi. Bir ara yazmışım ama ne zaman yazdığımı hatırlamıyormuşum gibi, anlıyor musunuz?

İki ortak sessiz kalınca adam içerlemiş bir ses tonuyla devam etti:

-Söylediklerimin hiçbir mantığı yok, farkındayım. Bana inanmadığınızın da farkındaydım.

-Siz kendi söylediklerinize inanır mıydınız?

Genç adam alaycı bir şekilde güldü.

-Doğrusunu isterseniz, hayır. İnanmazdım. Fakat olanlar böyle, anlatabileceğim başka bir hikaye yok. Bu kadını neden aradığınızı ya da ne yaptığını bilmiyorum ama benim dahil olduğum kısım bu şekilde.

-İş birliğiniz için teşekkürler. Tanıklığınıza tekrar ihtiyaç duyarsak sizinle iletişime geçeriz.

Kısa süreli bir sessizliğin ardından kayıt cihazı kapandı ve üç adam ayağa kalktılar. Genç adam odadan çıktıktan sonra yaşlı olan kapıyı kapatıp ortağına baktı.

-Ne düşünüyorsun?

-Kapsülü çaldığından beri yaptığı tek yolculuk bu, zaman yolculuğuyla ilgili hiçbir kuralı doğrudan ihlal etmedi.

-Peki ya, büyükbabasının genç haliyle iletişim kurmasına ve ona tarihi değiştirme potansiyeli olan bir nesne vermesine ne demeli?

-Tarihi değiştirmedi. Peçetedeki yazı yine büyükbabasına ait, doğru anda büyükannesine verildi. Taramaya göre tarihin akışında herhangi bir anomali saptanmadı. Endişelenecek kadar büyük bir olay yok ortada.

Ortağı düşünceli bir biçimde konuştu.

-Bana mantıksız gelen de bu ya! Zaman yolculuğu yapmasını sağlayacak bir kapsül çalıyor, dünyanın bütün zamanına sahip. Tarihin herhangi bir noktasında istediği yere gidebilir, nereyi isterse. Ama yaptığı tek şey buraya dönüp büyükbabası ile büyükannesinin tanışmasını izlemek oldu. İnsanları hiç anlamıyorum, gerçekten.

-Sanırım ben anlıyorum. İnsanlar için dünyadaki en önemli şey kendi varoluşları, ataları. Kayıtlara göre onu büyükannesi ve büyükbabası yetiştirmiş, tanıdığı tek ata onlar. Önem verdiği tek varoluş hikayesi bu. Onun için bu anı izlemek çok kıymetli olmalı.

-Ona beslediğin hayranlığın farkında olmadığımı sanma. Yine de peşinden gitmemiz gerek, biliyorsun. Büro onun bu işten paçayı sıyırmasına asla izin vermez.

-Biliyorum. Fakat aklıma takılan başka bir şey var.

-Nedir?

-Peçetedeki şarkı sözü. Müdahale edilmemiş gerçeklikte onu büyükbabası yazmıştı fakat yeni gerçeklikte o yazmadı, peçeteyi ona torunu verdi. Bu yeni, değiştirilmiş gerçeklikte şarkı sözü o peçeteye kimse tarafından yazılmamış oluyor fakat yine de varlığını sürdürüyor. O halde şarkı sözünü o peçeteye ilk kim yazdı?

SON

17.12.2018



Yorumlar

  1. Ellerine sağlık. Çok güzel bir hikayeydi.Predestination filmi gibi biraz.. En azından bu kadının ebeveyni kendi değil. Ama buradaki son soru da kafa karıştırıcı..

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar