Wallerstein'ın Dünya Sistemleri Analizi Çerçevesinde Feodalizmden Kapitalizme Geçiş Süreci

feodalizm kapitalizm ile ilgili görsel sonucu
Resim alıntıdır.

Merhaba, bugün karşınıza farklı, biraz da beklenmedik bir konuyla geldim. Yüksek lisans yaptığımı daha önce söylemiştim. Üzerinde çalışmak istediğim konu geri kalmış ülkeler, alanım da uluslararası politik ekonomi doğal olarak. Son zamanlarda bu alanda öyle çok okuma yapıyor ve öyle çok yazı yazıyorum ki bu tarz metinler birikmeye başladı. O yüzden arada onları da burada paylaşmaya karar verdim. Eğlenirken biraz da yeni bir şeyler öğrenelim, ne dersiniz? :)

Özel terminolojiyi olabildiğince az kullanmaya ve anlatımımı basit ve ilgi çekici tutmaya çalışacağım. Okumak için ekonomiye, tarihe ya da siyasete genel bir ilgi duymanız yeterli yani.

Bugün size kapitalizmin yükselişine ve geri kalmışlığa farklı bir pencereden bakan, bağımlılık ekolünden gelen, tartışmalı ama uluslararası politik ekonomi alanında oldukça iyi bilinen bir çalışmayı anlatacağım: Wallerstein'ın Dünya Sistem Analizi.

Öncelikle Wallerstein'ın kendisinden bahsedelim biraz. Kimdir Immanuel Wallerstein?

1930 yılında New York'ta hali vakti yerinde bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. Üniversitede öğrenci olduğu yıllarda dünyadaki toplumsal hareketlere ilgi duymaya başlamıştır, ilk olarak Afrika üzerine çalışmıştır. Uluslararası Afrika Enstitüsü'nde de İdare Heyeti üyeliği yapmıştır hatta. Sonradan çalıştığı alan biraz daha genişlemiş, üçüncü dünya ülkelerindeki geri kalmışlığın sebeplerini açıklamaya yönelmiştir. Dünya bilim literatürüne "Dünya Sistemi Teorisi" ve "Tarihsel Kapitalizm" gibi teoriler kazandırmıştır. Bu yazıda üzerine uzunca konuşacağımız Dünya Sistemi Analizi de bu teoriler üzerine kurulu zaten.

Dünya Sistemi Analizi'nde; 16. yüzyılda feodalizmin yıkılışıyla birlikte kapitalizme geçiş sürecinde gelişmiş ülkelerin (batı) neden geliştiğini, geri kalmış ülkelerin (doğu) ise neden geri kaldığını açıklamak için Bağımlılık Ekolü'ndeki merkez ve çevre kavramlarını ödünç alınmıştır. Buna ek olarak, orta sınıf kavramından esinlenerek oluşturulmuş yarı-çevre kavramını eklemiştir Wallerstein. Bağımlılık Ekolü'nü de kısaca açıklayalım bu noktada.

Bağımlılık Ekolü doğu ülkelerinin geri kalmışlığını, batılı gelişmiş kapitalist ülkelerin geçirdiği tarihsel aşamalardan geçmemesi şeklinde açıklayan Modernleşme Teorisi'ne tepki olarak ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla aslında Modernleşme Teorisi'nin bir eleştirisidir. Batılı ülkelerin (merkez ülkeler) emperyalizmi ve bunun geri kalmış ülkeler (çevre ülkeler) üzerindeki etkisini açıklamaya çalışır. Buna göre üçüncü dünya ülkelerinin geri kalmasının asıl sebebi gelişmiş ülkeler ve onların bu ülkeler üzerinde kurdukları ekonomik emperyalizmidir. Bu ekolün önemli isimleri Samir Amin, Andre Gunder Frank ve Immanuel Wallerstein'dır.  

Gerekli ön bilgilendirmeyi yaptığımıza göre, Dünya Sistemi Analizi'ni konuşmaya başlayabiliriz.

Wallerstein’a göre sosyal bilimlerde disiplinler arası şeklinde bir ayrım yapmak yanlıştır. Bu ayrım ikinci dünya savaşı sonrasında üretilen yapay farklılıklardan kaynaklanır. Dolayısıyla kendi perspektifinde sosyal bilimleri tek bir disiplin olarak görür. Dünya Sistem Analizi’nde merkez (center) , yarı-çevre (semi-periphery) ve çevre (peripehery) olarak inceler.

Kapitalist dünya sisteminin yükselişi ile bilim ve teknolojinin gelişimi arasında önemli bir bağ vardır. Bu ilişkiyi Marx ve Weber şöyle açıklar: Kapitalistler karlarını arttırmak için rasyonel olmak zorundadır. Dolayısıyla maliyetleri azaltacak ve üretimi kolaylaştıracak her türlü teknolojik ilerlemeyi teşvik ederler. Wallerstein’a göre ise bu tür insanlar hep vardı. Fark, modern dünya sisteminde teknolojik ilerlemenin ödülleri olmasındadır.

Wallerstein; Braudel’in coğrafi mekanı temsil eden durağan zaman, toplumsal ve ekonomik yapılardaki değişimleri ifade eden ilerleyen zaman ve en hızlı akan zaman olan siyasal zaman şeklinde üçe ayrılan zaman anlayışını benimsemiştir. Wallerstein ilerleyen zaman kavramına (cyclical time) ayrı bir önem atfetmiş, tarihi sistemleri bu perspektiften açıklamaya çalışmıştır. Bradudel’in tarih anlayışı sürekliliği savunur. Dönemin hakim tarih anlayışı ise sürekliliği reddeder. İlerleyen zaman anlayışından yola çıkarsak; kapitalizm 16. yüzyılda başlayan bir dünya sistemidir ve zaman döngüsü tamamlandığında o da sona erecektir.

Modern dünya sisteminin jeokültürünü oluşturan en önemli unsurlardan biri evrenselciliktir. Evrenselcilik Newtoncu bilim tarafından beslenir, felsefi arka planı ise Aydınlanma ile oluşmuştur.  Dünya sistemi, klasik sistem analizinden Newtoncu bilim üzerine inşa edilmemesi açısından ayrılır. Wallerstein bilim ve felsefe arasında bir ayrım oluşturulup kurumsallaştırıldığını ileri sürer.  
Wallerstein ülkeleri ya da bölgeleri değil, dünyayı analiz birimi olarak alır. Daha sonra bu çerçevede farklı tarihsel sistemleri tanımlar. Sistemi aralarında herhangi bir nedenle zorunlu ilişkiler bulunan öğe veya alt sistemler olarak tanımlar.

Wallerstein’ın Dünya Sistem Analizi’nin temeli: bir sistemin doğduğu, belirli kurallara göre yaşadığı, belirli bir anda krize girdiği ve çatallandığı (bifurcation) en sonunda da kendisini başka bir şeye dönüştürdüğü bir düşünce yapasına dayanır. Dünya sistem analizi çizgisel ilerlemenin ya da gerilemenin kesin olmadığını iddia eder. Her tarihsel sistemde kaçınılmaz olarak çelişkiler vardır. Çünkü acil çıkarlarla uzun vadeli çıkarlar çatışır. Çelişkiler belli bir düzeye ulaşınca sistem krize girer. Kriz dönemi bir sonraki sistemin yapısının belirlendiği bir geçiş dönemidir ayrıca. Düzenin çözülmesinin gerçek nedeni alt sınıfların eylemleri değil, “düzenin muhafızlarının ruhlarındaki çöküştür.”

Düzenin kendini neye dönüştüreceği ancak varsayımsal olarak bilinebilir. Daha iyi bir şeye dönüşeceği kesin değildir. Bu noktada daima daha iyiye ulaşma düşüncesini temel alan Aydınlanma’dan da kopmaktadır. İlerleme olacağı konusunda Aydınlanma ile aynı fikirde fakat ilerlemenin kaçınılmazlığı konusunda değil.

Düzenin çözülmesiyle eş zamanlı olarak ideoloji de çözülür.  Wallerstein bugünün modern dünya sisteminin geçiş dönemi olduğunu savunur. Bugüne dek üç temel tarihsel sistem türü vardı: mini-sistemler, dünya-imparatorluklar ve dünya-ekonomiler. Mini-sistemleri içinde bir tek kültürel ve siyasal süreç ile küçük ölçekli iş bölümü olan çok basit tarım, avcılık ve toplayıcılık kabileleri olarak açıklar. Dünya imparatorluklar ise içlerinde pek çok kültür barındıran geniş siyasal sistemlerdir. Çin, Mısır ve Roma gibi… Bu imparatorluklarda ticaret vardır ama oldukça sınırlıdır. Daha çok kırsaldan merkeze doğru vergi zincirine dayanır. Son olarak dünya-ekonomilerde ise geniş ortak üretim yapıları vardır ve bunlar farklı siyasi yapıları içerir. Temel mantığı artı-değerin eşitsiz dağılımına dayanır ki bu kapitalist bir mantıktır. Hukuksal olarak tanımlanmış bütün politik birimlerden daha büyük olduğundan bu ismi almıştır.

Bu üç sistemin de örnekleri yaşanmıştır fakat hiçbiri hakimiyet sağlayamamıştır. Ta ki feodalizm çöküp dünya-ekonomi 1500’lerde kendini kapitalist bir sistem biçiminde ortaya koyana dek… Wallerstein için modern dünya sistemi kapitalist dünya-ekonomidir.
Kapitalist dünya-ekonomi 16. yüzyılda Avrupa’da doğup 19. yüzyılda tüm dünyaya yayılmıştır. Üretim biçimi sınırsız sermaye birikimine dayanır. Merkez-.çevre gerilimini sergileyen işgücünde eşitsiz bir değişim görülür. Siyasi üstyapıyı sözde egemen devletler oluşturur. Devletlerarası ilişkilerde ise bir egemen devletin sistemi dünya imparatorluğuna dönüştürmesini engelleyen bir güç dengesi vardır. Her tarihsel sistem gibi çelişkilerini içinde barındırmaktadır yani bir gün o da sona erecektir.

Wallerstein’a göre bu gelişme kaçınılmaz değildi. Olaylar başka türlü de gelişebilirdi. Feodalizmin yerini kapitalizmin almasının nedeni senyörler, kilise ve devlet tarafından güçlenmesi engellenen kapitalist girişimci tabakaların feodalizmin çöküşüyle oluşan boşluğu fırsat bilmesidir. Yani Wallerstein bunu şans ile açıklar. En çok eleştirildiği noktalardan biri budur.
Sanayileşme kapitalist dünya-ekonominin dünyaya yayılmasında çok önemli bir yer teşkil eder. Hem silah gücü artmış hem de ulaşım kolaylaşmıştır bu da düzenli ticareti arttırır. Avrupa dünya ekonomisi coğrafi olarak genişledikçe diğer dünya sistemleri onun içinde erimiştir.

Daha önceki sistemlerde sermaye vardır fakat sermayenin kendisini büyütme hedefi yoktur. Üretimin bir kısmı tüketim, kalanı da değişim (exchange) için yapılır. Kapitalist dünya ekonomisinde ise sermaye birikimi önceliklidir ve her şeyin metalaştırılması eğilimi söz konusudur. Kapitalist dünya-ekonominin çelişkileri bundan kaynaklanır. Buna göre her kapitalist karını maksimize etmenin peşindedir ve bu serbest rekabet ortamında gerçekleşemez. İkinci temel çelişki ise arz-talep ilişkisi ile ilgilidir. Sermaye biriktikçe akışı sağlamak için daha çok alıcı bulmak gerekir fakat maliyetleri düşürme çabası akışı olumsuz etkileyerek alım gücünü düşürür.

Modern dünya sisteminin üçlü bir yapısı varır. Merkez, çevre, yarı-çevre. Kapitalist dünya sisteminin kurumsal yapıları devletlerdir. Toplumdaki üst, orta ve alt tabakalar kapitalist sistemde merkez, çevre ve yarı-çevre olarak şekillenmiştir. Wallerstein’a göre kapitalizm sadece artı-değerin işçiden işverene değil, çevreden de merkeze tahsis edilmesidir.

Merkez, kapitalist dünya-ekonomiden en fazla yararlanan bölgedir. Batı Avrupalı devletlerin çoğu ilk merkez bölge olarak ortaya çıkmıştır. Güçlü devlet yapısı, yaygın bürokrasi ve büyük, güçlü ordular geliştirmişlerdir. Çevre ise ucuz emeğe sahiptir ve temel işlevi merkeze hammadde sağlamaktır. Merkez ve çevre kavramları aslında Bağımlılık Ekolü tarafından kullanılır. Fakat yarı-çevre kavramı Wallerstein’a özgüdür. Orta sınıftan yola çıkarak geliştirilmiştir. Yarı-çevre kutuplaşmanın belirgin olduğu ve giderek arttığı bu sistemde dengeyi sağlar. Dünya-ekonominin işlemesinde ekonomik değil, siyasi olarak önemli yeri vardır. Ticarette merkez kadar baskın değildir ve merkez kadar fayda sağlamaz. Ancak çevre gibi hammadde üreticisi de değildir, genellikle ara mal üreticisidir. Hem sömürülür hem de sömürür.

Kapitalist dünya-ekonomi herkesin eşit koşullarda yaşamasına imkan vermeyen bir sistemdir. Dolayısıyla bu pozisyonlar arasında hareketlilik mümkün olsa da sistemin işleyişi bozulmaz.
Devletlerarası sistemin kuralları devletlerin kısıtlamaları önce meşrulaştırıcılarına sonra da birbirlerine dayatmasıyla oluşmuştur. Aralarında sermaye birikimi oranlarından kaynaklanan bir hiyerarşik ilişki vardır. Kapitalist dünya-ekonomi bu devletlerin dünya imparatorluğuna dönüşmesine değil ama hegemon güç olmasına izin verir. Hegemon gücün ortaya çıkışı daha çok finansal üstünlüğe dayanır. Rekabet gücünün düşmesiyle hegemon güç çöküş yaşar ve sona erer.

Wallersteian’a göre modern dünya sisteminin jeokültürü Fransız Devrimi ile şekillenmiştir.  Sermayenin sonsuz birikimiyle en iyi uyum sağlayan değer sistemi Fransız Devrimi ile ortaya çıkmıştır: liberalizm, sosyalizm ve muhafazakarlık. Bu üç ideolojinin de öznesi halktır. Üçü de devlete karşı halkın yanında gibi görünür ancak siyasi programlarını gerçekleştirmek için devlet hizmetine ihtiyaç duyarlar. Sistemin jeokültürünü oluşturmak için seçilen de liberalizm olmuştur. 

Kapitalizm savunulduğu gibi serbestlikten yana değildir. Devlet karşıtlığı içermez hatta devlete gereksinim duyar. Devlet biriken sermayeyi korumakla yükümlüdür. Dahası ulus-devlet kapitalizmin iktidar ilişkilerini kendi çıkarlarına uygun olarak değiştirmek için kullandığı araçtır.

Kapitalist bir dünya sistemi içinde sosyalist bir yapı da kurulamaz çünkü sosyalizm de bu sistemin bir ürünüdür. Devletler ölçeğinde yaşanan rejim değişiklikleri ve devrimler tarihsel sistemin kendisi değişmedikçe bir anlam taşımamaktadır. Kısacası üç ideoloji de kapitalist sistemin jeokültürü içindedir. Dolayısıyla bu sistem içinde yapılacak bir sosyalist devrimin ne kadar etkili olacağı tartışmalıdır. Tek tek devletlerin değişiminden ziyade sistemin değişimi gereklidir. 1917 Rus Devrimi buna örnek teşkil etmektedir. İlk anda dünya sisteminin temel ilkelerine karşı bir siyasi enerjiyi harekete geçirse de zamanla kapitalist dünya ekonomisinin yenilenmesinin bir parçası olmuştur.

Tarihsel sosyal bilimlerde ‘halk’ kavramından çok ırk, ulus, etnik grup kavramlarının kullanıldığını görürüz. Wallerstein bu kavramların modern dünya sistemi tarafından neden yaratıldığını da inceler. Kapitalist sistemdeki merkez-çevre yapılanması ırk kavramını oluşturmuştur ve yapının devamı için bu kavram gereklidir.  Merkez-çevre yapısının yarattığı iş bölümünün ve sonucudur. Tüm bu kategoriler –ulus, etnik gruplar, milletler, ırk- kapitalist dünya sisteminin çıkarlarına hizmet eden bir sınıf sisteminin parçalarıdır. Halk olmak tarihsel kapitalizmin temel çelişkisi olan ‘kuramsal eşitlik, pratik eşitsizlik’ durumunu çözer. 

Evrenselcilik ırkçılıkla çelişir gibi görünse de onun içinde de kendi ayrımcılığı vardır. Kapitalizm eski sistemlerdeki yabancı düşmanlığının aksine dışlamayı sermaye birikimi için gerekli üretim kaynağı olan emeğin kaybı olarak gördüğünden yabancıyı dışlamaz, içine alır. Irkçılık, milliyetçilik, cinsiyet, etnik ayrımcılık yoluyla ayırdığı grupları hiyerarşik olarak sınıflandırır. Bu sınıfların hepsini emek gücü olarak kullanır ama hiyerarşide farklı yerler verir.

Wallerstein kapitalizmin hakim sistem olmasını şans ile açıklamasının yanı sıra sistemin yapısını devlet ve sınıflardan bağımsız olarak görmesi ve merkez-çevre arasındaki gelişme farklılıklarını iyi açıklayamadığı gerekçesiyle de eleştirilmektedir.  Bu sistemin bir ürünü olan ideolojilere özellikle de Sosyalizme yönelik tezleri iki tarafın da tepkisini çekmiştir. Marksistler Marksist olmadığını, Liberaller ise Marksist olduğunu ileri sürer.

Wallerstein modern dünya sisteminin bir geçiş döneminde olduğunu ileri sürer. Çelişkileri artık sistemi beslemeyi bırakmış, çöküş aşaması başlamıştır. Çöküşe kanıt olarak da demokratikleşme, göç ve ekolojik dengenin bozulmasını gösterir. 

Feodalizmde kilise ve senyörler nasıl gerilediyse kapitalizmde de sistemin en önemli aracı olan devlet meşruiyetini kaybetmektedir. Gelecekte ne olacağı belli değildir. Yapılabilecek tek şey alternatif tarihsel sistemlerin ciddi şekilde değerlendirilmesi ve buna göre tahminler geliştirilmesidir.  Dünya sistem analizi dünyayı yorumlamamız için Wallerstein tarafından önümüze konan bir alternatiftir.

Burada yazımızın sonuna geliyoruz. Nasıl buldunuz bu tartışmalı teoriyi? Yorumlarınızı merakla bekliyor olacağım. Bir sonraki yazımızda görüşmek üzere!


Kaynakça
1-) Wallerstein, I. (1974). “The Rise and Future Demise of The World Capitalist System: Concepts for Comparative Analysis.” Comparative Studies in Society and History, 16(4), 387-415.
2-) Skocpol, T. (1977), “Wallerstein’s World Capitalist System: A Theoretical and Historical Critique,” American Journal of Sociology, 82: 1075-89.





Yorumlar

  1. Güzel Ruh'u yıllar önce okumuştum, neler oldu sonrasında diye bakayım derken bu yazıyı buldum. Yetiştirmem gereken vizemle ilgili bir konu olduğuna şaşırdım. Bu da güzel bir işaret oldu:)

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar